Sayfalar

25 Mart 2013 Pazartesi

KPSS GÜNCEL HABERLER...

İlk milli savaş gemimiz Heybeliada'dır.
Anadolu'nun sosyal ve kültürel açıdan en zengin kentlerinden Eskişehir, 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti seçildi. (06.03.2013)
2012 sonunda geçerliliğini yitiren Kyoto Protokolü’nün sona erme zamanı 2020 yılı olarak tazelendi.
Futbolda (FIFA U20) 20 Yaş Altı Dünya Kupası maçlarına Haziran 2012’de Türkiye evsahipliği yapacak.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi üyesi Sadi Güven görev süresi dolan Ali Em'in yerine YSK başkanlığına seçildi.
Türkiye bu sene İsveç’te gerçekleştirilecek olan 2013 Eurovision Şarkı Yarışmasına katılmayacağını açıkladı.
2013 yılı UNESCO tarafından Piri Reis yılı ilan edildi.
G-8 zirvesi 2013’te İngiltere’de, 2014’te Rusya’da yapılacak.
TUSAŞ Genel Müdürü Dörtkaşlı, "Göktürk-2 uydusunun 18-20 Aralık tarihleri arasında Çin'de fırlatılması planlanıyor" dedi.
Türkiye ile Kolombiya arasında vizeler kalktı. (20.10.2012)
2011 yılı TÜİK Dış Ticaret istatistikleri verilerine göre Mayıs ayında en çok İHRACAT yapılan ülke ALMANYA (1.267 Milyon Dolar)'dır.
• Hırvatistan 2013 yılında Avrupa Birliğine 28. tam üye olarak katılacak.
En fazla döviz rezervine sahip ülke Çin’dir.
IMF ve Dünya Bankası 2012 yıllık toplantılarını Japonya'da yapacaktır.
40. Dünya Satranç Olimpiyatları Eylül 2012'de İstanbul'da yapıldı.
Fransa cumhurbaşkanı 15 Mayıs 2012 tarihinden itibaren François Hollande'dır. Fransa yarıbaşkanlık sistemi ile yönetilmektedir.
Arap Birliği Üyeleri: Bahreyn · Birleşik Arap Emirlikleri · Cezayir · Cibuti · Fas · Filistin · Irak · Katar · Komorlar · Kuveyt · Lübnan · Libya · Mısır · Moritanya · Ürdün · Somali · Sudan · Suudi Arabistan · Tunus · Umman · Yemen ·
Almanya'nın yeni Cumhurbaşkanı Joachim Gauck'dur. (2012 Mart)
AGİT Minsk Grubu, Azerbaycan ve Ermenistan devletlerinin Karabağ sorunu için barışçıl bir çözüm bulmalarını teşvik etme amacıyla, 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından kurulmuştur. ABD, Fransa ve Rusya’dan eş başkanlara ek olarak, AGİT Minsk Grubu’nda Beyaz Rusya, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, İsveç, Finlandiya, Türkiye ve sorunun tarafları olan Azerbaycan ve Ermenistan yer almaktadırlar.
Avrupa Birliği'nin ilk başkanı Türkiye karşıtı olarak bilinen Belçika Başbakanı Herman Van Rompuy oldu.
Dünyanın en gelişmiş 19 ekonomisi ile Avrupa Birliği'nin yer aldığı, küresel ekonomik konularda artan bir rol üstlenen ve ülkemizin de üyesi olduğu oluşumun adı G20'dir.
2013 yılında Slovenya'da 38.si düzenlenecek olan Avrupa Basketbol Şampiyonasına 49 federasyondan 24 takım katılacaktır. Son iki turnuvanın şampiyonu İspanya'dır.
G-20 zirvesi 2013’te Rusya’da, 2014’te Avustralya’da, 2015’te Türkiye’de yapılacak. Türkiye 2015'te G-20 dönem başkanlığını üstlenecektir.
2012 itibariyle IMF Başkanı Christine Lagarde'dir.
2013 itibariyle Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim'dir.
2016 yaz olimpiyatları Rio'da yapılacak.
2012 Türkiye'de Çin yılı,2013'te Çin'de Türk yılı olarak kutlanacak.
Avrupa Birliği Turizm Teşkilatı Bursa'yı 2013 Arap turizm başkenti olarak ilan etti.
Dünya Ekonomik Forumu (İngilizce:World Economic Forum (WEF)) merkezi İsviçre'nin Cenevre kentinde yer alan uluslararası bir vakıftır. Her yıl İsviçre'nin Davos kasabasında yapılmakta olan Dünya Ekonomik Forumu 2012 yılından itibaren Türkiye'nin İstanbul kentinde düzenlenecektir.
2015 EXPO fuarı Milano'da yapılcak.
2018 dünya futbol şampiyonası Rusya'da yapılacak.
AKPM(Avrupa Konseyi Parlementer Meclisi)TBMM'yi temsil etme yetkisi Deniz Baykal'a verildi.
Türkiye, 2014 yılında düzenlenecek 17. FIBA Bayanlar Dünya Şampiyonası’na ev sahipliği yapacak.
2013 yılında AB dönem başkanları İrlanda/Litvanya olacaktır.
2013 Eurovision şarkı yarışması İsveç'te yapılacak.
2014 Dünya Kupası Brezilya'da oynanacaktır.
2014 Kış Olimpiyatları Rusya'da yapılacaktır.
2016 Avrupa Futbol Şampiyonası, 15. Avrupa Futbol Şampiyonası olacaktır. Turnuva, 2016 yılının yazında Fransa'da yapılacaktır.
Yargıtay Başkanı Ali Alkan'dır.
Danıştay Başkanı Hüseyin Hüsnü Karakullukçu'dur.
Anayasası Başkanı Haşim KILIÇ'tır.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek'tir.
Yeni İMKB başkanı İbrahim Turhan oldu.
İlk Yerli Üretim Helikopterlerimiz "ATAK"
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı seçilen ilk Türk Mevlüt Çavuşoğlu'dur.
Türkiye de 12 Haziran 2011 itibarıyla 61. Hükümet , 24. Dönem meclis ve 11. Cumhurbaşkanı görev yapmaktadır. (Genel seçimler 4 yılda bir yapılır.
Türkiye’nin ilk yerli milli savaş gemisi “TCG Heybeliada” görevine başladı.
Türkiye’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde Yer Alan Eserleri;

İstanbul’un Tarihi Alanları
Safranbolu Şehri (Karabük)
Hattuşaş (Boğazköy)-Hitit Başkenti (Çorum)
Nemrut Dağı (Adıyaman-Kahta)
Xanthos-Letoon (Antalya-Muğla)
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (Sivas)
Truva Antik Kenti (Çanakkale)
Pamukkale-Hierapolis (Denizli)
Göreme Milli Parkı ve Kapadokya (Nevşehir)


http://www.kpsskafe.com/kpss/showthread.php?tid=1640 )

20 Mart 2013 Çarşamba

Mutluluğun İki Anahtarı


ACZ ve FAKR
Tarih boyunca farklı din veya felsefeye dayansa bile, insanlığın ortak hedeflerinden biri dünya hayatını mesrurane geçirmektir. İnsanlar, araçları ve amaca ulaşmada kullandıkları inançları farklı olsa bile, aynı hedefe yönelik bir gayret içindedirler. Bu anlamda her insanın gayesi "mutluluk fonksiyonunu" maksimum kılmaktır. Ancak gerek mutluluk tanımı ve gerekse mutluluğu etkileyen değişkenler ile ilgili görüş farklılıkları, mutluluğa giden yolları da farklı kılmıştır.
Mutluluk ile ilgili birçok değişik tanım yapılagelmiştir. Kimilerine göre mutluluk sadece akıllı insanların ulaşacağı bir erdemdir. Kimilerine göre pozitif bir his olan coşku, kimilerine göre hayattan bir bütün olarak veya kısmen memnun olmaktır.(Lu, s. 181) Fayda analizinin ilk filozofu Bentham'a göre ise mutluluk lezzet verici şeyleri maksimum yapmak ve elem verici olanları ise minimum kılmaktır.(Madigan, s. 32) Bu farklı tanımlar içinde, bu yazıda mutluluk bir bütün olarak hayattan memnun olmak anlamında kullanılmıştır.
İnsanın Acizliği ve Fakirliği Hadsizdir
Bediüzzaman'a göre insanı mutlu kılmak için potansiyel yeteneklerini inkişaf ettirmek kadar zaaflarına çare bulmak da önemlidir. Bu anlamda her insanın doğuştan sahip olduğu sınırsız acizlik ve fakirliği gözardı edenler hakiki bir saadet modeli sunamazlar. Bediüzzaman bu iki fıtri zaafı sürekli kanayan iki dehşetli yaraya benzetir. İnsanlığın bu iki yarasını tedavi etmek ona saadeti getirmek için zaruridir. Yedinci Söz'de bu noktayı bir temsil ile açıklarken, insanın fıtratını dikkate almayan ehl-i sefahati şiddetle tenkit eder ve insanlığın bu fıtri yaralarına deva bulmadıkça söz söylemeye hakları olmadığını beyan eder.
Bediüzzaman, özellikle sağlıklı olduğunda kendisini çok kuvvetli zanneden ve hatta bazen bu yanlış zannıyla kendisine ilahlık bile atfeden insanın, aslında sonsuz derecede aciz olduğunu söyler. Çünkü insanın gerçekte kudretli mi yoksa aciz mi olduğu hayatı boyunca kendisine yönelen tehlikelere ne derece karşı koyabildiğine ve maksatlarına ne ölçüde ulaşabildiğine bakılarak anlaşılır. Bu anlamda insan kendisinin ve dostlarının ebedi bir saadet ihtiyacına güç yetiremediğinden acizdir. Çünkü bu yöndeki arzularını gerçekleştirmek için kullandığı kudret, bu arzularının önündeki engellerle kıyaslanınca bir hiç hükmündedir.
İnsanın sonsuz fakirliği ise bütün duygularıyla istediklerine mukabil, bunların ne kadarına sahip olduğuna bakılarak anlaşılır. Ebedi bir mekânda, dostlarıyla beraber ebedi saadeti isteyen ve buna şiddetle muhtaç olan insan, yalnızca geçici bir hayata ve saadete sahip olduğundan sonsuz derece fakirdir. Bu dünyada ne kadar zengin dahi olsa ebediyet için muhtaç oldukları düşünülünce çok fakirdir.
Bediüzzaman insanın sınırsız aczine ve fakrına delil olan ebedi ihtiyaçlarını şöyle ifade eder: "İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi; berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyaret etmek ve firâk-ı ebedîden kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaip olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticaya muhtaçtır. "(Nursi(S), s. 297)
Hadsiz Acizliğe Karşı Hadsiz Kudrete Dayanmak;
Hadsiz Fakirliğe Karşı Hadsiz Rahmete Başvurmak Gerektir.
Her bir insan, fıtratındaki sınırsız acizliği ve fakirliği hissedip İlahi dergaha iltica edince tam bir saadete kavuşur. Görünürde bu iki zaaf onun saadetine engel iken, gerçekte daimi saadeti bulmasına vesile olur. Çünkü sınırsız acizlik ve fakirlik zaaflarına sahip biri sınırsız kudret sahibine "nokta-i istinad" ve sınırsız gına ve rahmet sahibinden "nokta-i istimdat" ile iltica ederse derdine deva bulur. Bediüzzaman, insanlığın doğası itibariyle bir dayanak ve yardım isteme noktası aradığını şöyle ifade eder: "Nev-i beşer, aczi ve düşmanların kesreti dolayısıyla dayanacak bir nokta-i istinada muhtaçtır ki, düşmanlarını def için o noktaya iltica etsin. Ve kezâ, kesret-i hâcât ve şiddet-i fakr dolayısıyla da istimdat edecek bir nokta-i istimdada muhtaçtır ki, onun yardımıyla ihtiyaçlarını def etsin. Ey insan! Senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Allah'a olan imandır. Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdat ise ancak âhirete olan imandır. Binaenaleyh, bu her iki noktadan haberi olmayan bir insanın kalbi, ruhu tevahhuş eder, vicdanı daima muazzep olur. Lâkin, birinci noktaya istinad ve ikincisinden de istimdat eden adam, kalben ve ruhen pek çok zevk ve lezzetleri, ünsiyetleri hisseder ki, hem mütesellî, hem vicdanı mutmain olur."(29. Lem'a, 2. bab)
Kur'ân, herkesin iman kuvvetine göre artan bir dayanak noktası ruha ve kalbe verir ki, yüz derece ziyade korkunç, zararlı musibetlere karşı gelebilir bir kuvveti, her Kur'ân Şakirdi kazanabilir. Ve şöyle ihtar eder, der ki: "Senin Hâlikin olan şu memleketin Mâlik-i Hakikîsinin emrine her şey musahhardır. Her şeyin dizgini Onun elindedir. Ona intisabın yeter." (Nursi(L), s. 250)
Aynı şekilde Kur'ân Şakirdi sınırsız arzularına karşı, imandan gelen nur ile öyle bir yardım noktasına başvurur ki, değil küçücük ve muvakkat, kısa dünyevî ahbaplara karşı arzu ve alakalarına, belki ebede uzanan sınırsız uzun arzularına kâfi gelebilir bir hazine bulur. "Çünkü bir cilve-i rahmetiyle, muvakkat bir misafirhanesi olan bu dünyanın bir menzili olan şu zeminin yüzünde, o misafirlerini bir iki saat sevindirmek için, bahar sofrasında had ve hesaba gelmez, san'atlı, şirin nimetlerini her baharda ihsan edip bir kahvaltı hükmünde o misafirlere yedirdikten sonra, mesken-i ebedîlerinde sekiz daimî Cenneti hadsiz bir zamanda hadsiz envâ-ı nimetiyle doldurup ibâdına ihzar eden bir Rahmânü'r-Rahîmin rahmetine iman ile istinad edip intisabını bilen, elbette öyle bir nokta-i istimdad bulur ki, en ednâ derecesi, hadsiz ebedî emellere medet verip idame eder." (Nursi(L), s. 250)
İhtiyarlık ebedi bir gençliktir
İnsanlığın fıtri zaaflarından biri de, eğer erkenden ölmezse, hayat yolculuğunda kabre daha yakın olan ihtiyarlık istasyonuna uğramak zorunda kalmasıdır. Gençlikte özellikle sağlıklı ise birçok lezzetten istifade istidadında olan insanlar, ihtiyarlıkla birlikte birçok sıkıntılara giriftar oluyorlar. Bediüzzaman'a göre insanlığın yaklaşık yarısına denk gelen ihtiyarlar yakında girecekleri kabre karşı ancak ahirete iman fikriyle tahammül edebilirler.(Nursi(S), s. 88)
Bediüzzaman ihtiyarlığı mutluluğun önündeki büyük bir engel değil, şükür vesilesi bir nimet olarak tarif eder. Çünkü ihtiyarlıkla acizliğini ve zayıflığını hisseden bir insan, Rabb'inin rahmetine iltica edip, O'ndan gelen mesajlara kulak vererek endişelerini giderir. İhtiyarlar Risalesi'nde ihtiyarlığı ebedi bir gençlik olarak izah eden Bediüzzaman, özetle şu noktaları ifade eder: (Nursi(L), s. 222-267)
• Yardıma çokça muhtaç olan ihtiyarlar, imanla Rahmet'i bulup, O Rahman'a intisap ederek teselli bulur.
• İhtiyarlıkta dünyaya insanı bağlayan bağların kopmaya başlaması ve kabir yolculuğunun yakınlaşmasına mukabil gerçek teselli, Sünnet-i Senniye'ye ittiba ile, yakınlaşan yeni alemde şefaati elde etmektir.
• Dünya ile bağları kopan ihtiyarlar, Kur'ân'ın ebedi saadet müjdesine kulak vermeli.
• Madem ahiret var, bakidir ve bu dünyadan daha güzeldir, ihtiyarlık bu saadete gitmeye alamet olduğu için memnun olunmalı.
• Madem O var; Kur'ân Şakirdi için her şey var. İhtiyarlık bu nokta-i nazardan fıtrattaki acz ve fakrı hissettirerek, ihtiyarları O'nun dergahına ilticaya teşvik eder.
• İman gözlüğü her şeyi farklı gösterdiğinden ihtiyarlar haline şekva değil, şükür etmeli.
• İhtiyarlar gençliğini kaybettiğine üzülmek yerine, gençlik tehlikelerinden kurtulup ebedi bir gençliğe aday olduğunu düşünerek sevinmeli.
• İhtiyarlıkta artan zaaf ve aczden feryat yerine, bu haletin rahmetin celbine vesile olacağını düşünüp memnun olmalı.
• Madem iman gibi sınırsız derecede kıymettar bir nimet var; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. Nahoş bir şey varsa; o da günahtır, sefahattir, bid'atlardır, dalalettir...
• İmanı taşıyan ihtiyarlar, ihtiyarlıklarına ebedi bir gençlik nazarıyla bakabilir. Çünkü onunla ebedi bir gençlik kazanabilir.
• Ey ihtiyarlar! Hadis-i Şerifte vardır ki:"Altmış yetmiş yaşlarında bir mü'min, dergah-ı İlahiyeye elini kaldırıp dua ederken, rahmet-i İlahiyye onun elini boş döndürmeye hicap ediyor." Madem rahmet size karşı böyle hürmet ediyor. Siz de rahmetin bu hürmetine ubudiyetle ihtiram ediniz.
• Ey ömrünün kısalığından şikayet eden ihtiyar! Hayatın sana ait neticesi bir ise, Halikına ait bindir. Şu halde marz-i İlahi dairesinde bir an yaşamak kafidir. Uzun zaman istemez. Öyleyse dünyada az yaşadım diye tasalanma. Bu dünyadaki asıl maksat rızayı İlahiyi kazanmak olduğuna göre, o rızayı kazanmışsan ebedi bir ömür senindir. Bu cihetle fani dünyada bir an ile bin sene yaşamak arasında fark yoktur. Yani "Bâkî-i Hakikînin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer Onun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. Belki Onun yolunda bir saniye lâyemuttur, çok senelerdir. Ve dünya cihetinde ehl-i gafletin yüz senesi bir saniye hükmüne geçer."(Nursi(L), s. 22)
• İhtiyarlıkta imanla elde edilen bu tesellileri hayatındaki tecrübelerle teyit eden Bediüzzaman şunları ifade eder: "İhtiyarlığımın sergüzeştliğinden gelen ağrılara ve meyusiyetlere, imandan ve Kur'ân'dan imdada yetişen kudsî tesellilerle bu ihtiyarlığımın en sıkıntılı bir senesini, gençliğimin en ferahlı on senesine değiştirmem. ..."(Nursi(L), s. 261-262)
Kaynakça
Lu, Luo, "Sources of Happiness: A qualitative approach", The journal of social psychology, April1997.
Madigan, Timothy J., "Godless hapiness", Free Inquiry, Summer 1998.
Nursi, Bediüzzaman Said(S), Sözler, Yeni Asya Neşriyat, Germany, 1994.
Nursi, Bediüzzaman Said(L), Lem'alar, Yeni Asya Neşriyat, Germany 1994.

Musibet: İnsana isabet eden hayır ya da şer


Musibet: İnsana isabet eden hayır ya da şer

musibet: insana isabet eden hayır ya da şer
     S-v-b kökünden türeyen ‘musibet’, ‘isabet eden şey’ anlamındadır. Kavramın, kelime anlamında, her ne kadar doğrudan ‘olumsuzluk’ bildiren bir işaret yoksa da, terim, çoğunlukla insanın zarar/şer olarak gördüğü durumları karşılamak için kullanılmıştır. Buna göre, musibet, insana ‘isabet eden’, ölüm, hastalık, sakatlanma, doğal afetler, kazanç kaybı vb. şeylerdir. Bunlar arasında, ‘ölüm’, musibet teriminin en çok kullanıldığı durum olarak bilinmektedir. Fakat, doğru bir anlam için, bu yaygın kullanımın öncelikle nazarı-dikkate alınmaması ve Kur’an ayetleri çerçevesinde bir tahlil yapılması gerekmektedir.
     Musibet terimi, Kur’an’da 10 yerde geçmektedir. S-v-b kökünden türeyen ayetlerin toplam sayısı ise 77’dir. Ancak, öncelikli olarak musibet teriminin orjinal haliyle geçtiği ayetlerin incelenmesi, konunun kapsamının anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Bu ayetler, dikkatli bir gözle okunduğunda, musibet kavramının anlam içeriğini en şumüllü bir şekilde aksettiren pasajın Hadid: 22-23. ayetleri olduğu görülür. Ayetler şöyledir:
    “Yeryüzünde ve nefislerinizde meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki Biz onu yaratmadan evvel o Kitap’ta bulunmasın.
Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. Ki kaybettiğinize üzülmeyesiniz ve verdikleriyle de şımarmayasınız. Allah kendini beğenip böbürlenen hiç kimseyi sevmez.”
    Ayetlerin açık ifadesine göre, ‘isabet eden şey’ hem hayr, hem de şer olabilir. Yani insanın başına gelen şey, kendisi için bir şerrin ifadesi oluyorsa buna musibet denilebileceği gibi, bir hayrın ifadesi oluyorsa, buna da musibet denir.
    Örneğin bir sel, zelzele, tufan vs. şer olarak görülebilecek musibetler arasında yer alırken, beklenmedik bir miras, kişinin elinde olmadan sahip olduğu meşru mal, meşru bir kura sonucu elde edilen avantaj vs. hayr olarak görülebilecek musibetler zümresindendir. (Nitekim, Kur’an, s-v-b kökünden türeyen ve fitne (Hacc:11, Enfal:25), seyyie (Nisa:79), azab (Tevbe:52 ve 90); hayr (Hacc:11), hasene (Nisa:79), fazl (Nisa:73), rahmet (Yusuf:56)’in insana ‘isabet ettiğini’ bildirmektedir. Buna göre fitne, seyyie ve azab, şer olarak isabet edenler, hasene, fazl ve rahmet de, hayr olarak isabet edenler şeklinde sınıflandırılabilir).
    Bakara Suresi’nin 155-156. ayetleri, musibetlerin sınıflandırılması konusunda yeterince açıktır. Ayetler şöyledir:
    “Andolsun, sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsüllerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Ki onlar başlarına bir musibet isabet ettiğinde, “bizler Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz” derler.”
    Burada musibet olarak zikredilen 3 ana kategori vardır: korku, açlık ve mal-can-mahsul kaybı. 156. ayet her ne kadar, halk arasında, ‘ölüm’ durumları için yaygın olarak kullanılıyor olsa da, ayetin asli anlamını, sadece ölüm musibetine hasretmek hatalıdır.
    Hadid:22. ayetinde geçen: ‘yeryüzünde ve nefsinizde meydana gelen musibetler’ tabiri, 2 ana musibet kategorisinden bahsetmektedir. Buna göre, musibetler, arzda ve nefislerde meydana gelmektedir. Arzda meydana gelen musibetler, kuraklık, kıtlık, ürün ve hayvanlara gelen zararlar, ev veya şehir yıkımı, arazi kaybı, zelzele vb. iken; nefislerde meydana gelen musibetler, ölüm, hastalık, yaralanma, kırık, hapis, işkence, açlık, susuzluk, işsiz kalma, zorla mahrum bırakılmalardır. Bunun dışında Allah’ın hayr olarak verdikleri şeyler de, yine ‘isabet eden şey’ anlamında musibetlerdir.
    Musibetler konusunda müminlerin ahlakı Sabr olmalıdır. Nitekim Lokman (AS), oğluna vasiyet ederken: “namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelen musibete sabret. Çünkü bunlar, zorlu işlerdendir” demektedir ki, burada musibetlere sabır, namaz ve tebliğ gibi iki önemli farzla birlikte anılmıştır. Mümin, musibetlerin Allah’tan geldiğini ve ardında birtakım hikmetlerin gizli olabileceğini bilerek, her iki musibet durumunda da, orta (vasat) bir yol tutar ve emrolunduğu şekilde amel etmeye azami dikkati gösterir. Şayet mümin sabr gösterirse, başına şer ya da hayr isabet etse bile, sonuçta kazançlı çıkacak olan yine kendisidir.
    Çünkü şerre sabredip, hayra şükredecektir. Nihayet her iki durumda da akibet onun olacaktır. Nitekim sahih hadislerde de müminin bu durumuna ilişkin sarih ifadeler vardır:
“Mümin kişi, yerden yeni çıkmış bir ekin filizine benzer; herhangi bir taraftan ona bir rüzgar dokunursa, onu eğer; fakat yıkılmaz, yine doğrulur. Doğrulunca rüzgar belası ile yine eğilir; fakat yine yıkılamaz, doğrulur ve doğru kalır. Münafık kişiye gelince, o, çam ağacına benzer, rüzgardan etkilenmez. Nihayet Allah onu bir defada devirir de bir daha kalkamaz.” (Buhari);
    “Başına gelen musibetten dolayı hiç bir kimse ölüm istemesin! Eğer muhakkak temenni etmek zorunda bulunursa, şöyle desin: Allah’ım! Yaşamam benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölmek hayırlı olduğu zaman da canımı al.”(Buhari, Müslim).
    Ayrıca “Allah, bir kimseye hayr dilerse, onu musibete uğratır” ve “ bir müslümanın başına hastalık, bela, diken batmasına varıncaya kadar her ne gelirse, Allah bunları o müslümanın hatalarına keffaret kılar” (Buhari, Müslim) mealindeki hadisler de, musibet konusunda tek yolun Sabr olduğunu ve sonuçta müminin bundan kazançlı çıkacağını hatırlatmaktadır.
    Musibetler konusunda müminlerin ve kafirlerin tutumu konusunda Tevbe: 50-51. ayetleri açık mesajlar içermektedir. Ayetler şöyledir:
“Sana bir iyilik kısmet olursa hoşlarına gitmez ve eğer bir musibet dokunursa: “biz tedbirimizi önceden almıştık” derler ve sevine sevine giderler. De ki: hiç bir zaman bize Allah’ın bizim için yazdığından başka bir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve müminler onun için yalnız Allah’a tevekkül etsinler”.
    Bu ayet, müminler bir başarı, zafer veya ganimet kazandıklarında kalpleri daralan münafıklar/kafirlerin, güya önceden birtakım tedbirler alarak musibetlerden kurtulabilecekleri düşüncesinde olduklarını, öte yandan müminlerin ise, bir musibet isabet edecekse, bunun zaten önceden Allah’ın ezeli bilgisinde olduğunu ve Allah, müminlerin mevlası olduğu için, bu tür musibetlerin sonuçta müminlerin imtihanı ve kazancı olacağına inandıklarını göstermektedir. Nitekim, asıl musibet kafirlerin başına isabet etmiştir ve Cehennem’i haketmişlerdir. Böylece “başımıza iş açma, bizi belaya sokma!” diye musibetten kaçmaya çalışanların çabası fayda vermemiş ve elim bir azaba düçar olmuşlardır.
    Ancak, Kur’an, buraya kadar söylediklerimizin dışında da bir musibet kategorisinden bahsetmektedir ki, o da insanın ‘kendi eliyle kazandıkları’ neticesinde isabet eden musibettir. Ali İmran:165, Nisa:62 ve 72, Kasas: 47 ve Şura:30. ayetlerde, insanoğlunun yapıp-ettikleri yüzünden de başına musibet gelebileceği açıkça ifade edilmektedir. (Nahl:34, Zümer:51 ve Ra’d:31. ayetlerde de insanın amelleri (ma amelu), kazandıkları (ma kesebu) ve işledikleri (ma sanau) yüzünden başına gelen kötülükler (seyyiat) zikredilmektedir). Ali İmran:165. ayeti bu konuda meşhurdur: “Böyle iken size, düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir musibet gelince: “bu nereden?” dediniz. De ki: “o, kendi tarafınızdandır”. Çünkü Allah her şeye kadirdir.” Aynı anlam diğer ayetlerde de: “kendi yaptıkları yüzünden başlarına bir bela geldiği zaman” (bi ma kaddemet eydihim) ve “ellerinin sunduğu günahlar yüzünden” (fi ma kesebet eydikum) şeklinde geçmektedir ki, ifadeler gayet sarihtir ve insanın irade alanına giren konularla alakalıdır.
    Burada üzerinde durulması gereken husus, bu tür musibetin mümin-kafir ayrımı yapılmadan, herkesin başına gelebileceği noktasıdır. Zira açıktır ki, insana, yapmış olduğu bir takım hatalardan dolayı, musibet isabet edebilir ve bu, onun yaptıklarına karşılık olmaktadır. Musibetin bu türü, insanın sorumluluk alanına girer ve bu konuda önceden alınacak tedbirler, musibeti önleyici olabilir. Nitekim Ali İmran:165. ayetinde, müminlerin savaş sırasında yapmış oldukları hatanın karşılığı olarak başlarına isabet eden musibetten bahsedilmektedir ki, müminler, o hatayı yapmayabilirlerdi de. Bu, imkan dahilindeydi, ancak hata işlendikten sonra, başlarına musibet geldi ve ardından savaştan mağlup ayrıldılar.
    Yine insanoğlu, kıtlık anlarında kullanılmak üzere önceden tedbir almakla, sel veya deprem gibi afetler olmadan önce gerekli önlemleri almakla, musibetlerin belirli zararlarından korunabilirler. Bu gibi, insanın irade alanına giren konularda gösterilen ihmal ve umursamazlık sonucu uğranan zarar dolayısıyla sorumluluk Allah’ın üzerine atılamaz. Zira açıktır ki, her konuda olduğu gibi, bu konuda da, insan, gücü dahilinde olan şeylerden sorumludur. “Önce deveyi kazığa bağla, sonra Allah’a tevekkül et” hadisi de bu hususu gayet açık bir şekilde izah etmektedir.
    Bilinmelidir ki, insanın irade alanına girmeyen musibetlerin ‘hikmeti’ konusunda, insanoğlunun kesin bir kanaat belirtmesi mümkün değildir. Bu tür musibetler imtihan vesilesidir ve karşılığında sabretmek gerekmektedir. Yani bir insan muttaki de olsa, facir de olsa, başına aynı tür bir musibet gelebilir. Evet, musibeti Allahu Teala belirli bir ‘gerekçe’ ile vermektedir, fakat bu gerekçenin ‘bilgisi’ni insanlara bildirmemektedir. Bu nedenle insanların bu konudaki kanaatleri, ancak bir ‘tahmin’ olabilir. Bu tahmin tutabilir de. Fakat çoğunlukla bu tahminlerin gerçeği yansıtmadığı da bir vakıadır. Zira insanoğlu, nefsine çok uyar ve bu nedenle, hüküm verirken yanılır.

Kaynakça:http://www.tebyan.net/Islam/JafariReligion/IslamicBeliefs/2008/6/23/68936.html